VAN GOGH VE ÇİÇEK AÇAN BADEM AĞACI

VAN GOGH VE ÇİÇEK AÇAN BADEM AĞACI

Birçok ressamı tanımayız ama çoğumuz bir hezeyan anında kulağını kesmesiyle tanınan Vincent Van Gogh’u biliriz. En azından adını duymuşuzdur. Hasta olduğunda belki şifa bulurum diye atölyesinde yerde bulduğu pisliği ve boyaları yediği ve daha renkli olsunlar diye yemeğine boya kattığı bilinir bu ünlü sanat adamının. Bir de bir hayatının sonunda karnına kurşun sıkarak intihar etmesini de bu listeye eklersek nasıl bir insanla karşı karşıya kaldığımızı anlarsınız. Ama öte yandan normal bir insana göre az sayılacak 33 yıllık ömrünün üstelik son 6 yılında 2000 kadar da esere imzasını attığı da bir gerçektir. İnternete bir göz atarsanız yapılan araştırmalarda dünyada en çok tanınan ressamların en başında geldiğini de görebilirsiniz. Bir deli mi yoksa dahi mi olduğuna siz karar verin artık.

1853 yılında Hollanda’da doğan Vincent Van Gogh, tüm zamanların en iyi post-empresyonist (art-izlenimci) ressamlarından biri olarak kabul edilmektedir. Işığın ve rengin doğal tasvirini savunan izlenimci ressamlara bir tepki olan bu akım soyut içeriklere ve sembolik içeriklere vurgu yapar. Hatta bu akımın sembol yapıtlarından olan Yıldızlı Gece (Starry Night) Van Gogh’a aittir. Oldukça zengin bir evde Hristiyan bir vaizin oğlu olarak dünyaya gelen Van Gogh hayatının büyük bir kısmını misyoner olarak geçirdi. Tanrıya derinden bağlı bir Hristiyan olarak aç ve sefil halde yaşayan insanların kurtarılmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyor ve onlar için elinden gelen her şeyi yapmak istiyordu. Kendi kurtuluşunu da tanrıda aramaktaydı. Ancak disiplinsiz ve kilisenin tasvip etmediği davranışlardan dolayı rahiplik mesleği elinden alındı. Bu onun hem ruhani kurtuluş yoluna hem de maddi geçimine ağır bir darbe vurdu. Uzun yıllar kardeşiyle beraber başka ressamların yaptıkları eserleri satarak hayatını kazandı ve kariyerinin bir parçası olarak sık sık da seyahat etti. Ancak otuzlu yaşlarına doğru o zamana dek eline fırça almayan Van Gogh resim yapmaya başladı. Sanat hayatının henüz başlarında ailesinin karşı çıkışlarına rağmen tanıştığı bir hayat kadını esin perisi oldu önceleri. Ama Van Gogh’un resim yapmasından bıkan kadın onu terk edince bunalıma girdi. Daha sonra Paris’e gitti ve burada o zamanlar ustası olarak gördüğü Paul Gauguin ile çalışmaya başladı. Daha önceleri yapmış olduğu resimler iç karartıcı bulunduğundan dolayı hiçbir eserini satamadığından Gauguin’in etkisiyle kendi tarzını geliştirmeye ve eserlerinde daha canlı renkler kullanmaya başladı. 

Van Gogh’un resim kariyeri 1880-1886 yılları arasındaki erken dönem ve 1887-1890 yılları arasındaki geç dönem olarak ikiye ayrılabilir. İlk döneminde çoğunlukla siyah ve beyaz tonları ile resim yaptı. Bu resimlerin konuları ağırlıklı olarak kırsal manzaralar ve portrelerdi. Geç dönemindeki resim stili ise canlı renkler kullanma ve yoksulluk ve yalnızlık gibi temalara odaklanma olacak şekilde büyük ölçüde değişti.

Usta bir ressam olarak ortaya çıkışı ise ölüm yılı olan 1890’dan birkaç sene önce olabildi. Resim yapmaya 27 yaşında başlayıp 33 yaşında ölene dek kısacık hayatında 2000 kadar resim yaptı. Ölümünün ardından, gerçek yeteneği anlaşıldı ve bir sanat dehası olarak kabul edildi. Hayatının son iki yılına ait 800’e yakın yağlıboya tablodan oluşan, sayıları binleri bulan önemli bir eseri geride bıraktı. Günümüzde bir Van Gogh tablosu milyon dolarlara satılırken, o dönemlerde beş para etmiyordu. Soğuk kış aylarında tablolarını yaktığı oluyordu. Bu kadar çok eser üreten Van Gogh yaşamında sadece bir eser satabilmişti.

Ölmeden iki yıl önce 1888’de ise aklında tüm sanatçıların bir araya gelmesini arzuladığı çok güzel bir sarı ev fikri ile Fransa’nın şu anda bile en gözde turizm merkezlerinden olan Arles’e gitti. Bu eve davet ettiği ve usta ressam Gauguin’le bir süre orada beraber kaldı. Bir süre sonra aralarında sanat konusunda şiddetli tartışmalar yaşandı. Çok sevdiği Gauguin onu biraz da kıskançlığından acımasız eleştiriyordu. Hatta aralarındaki tartışmalar bir gece Van Gogh’un elinde bıçakla Gauguin’e saldırması ve Gauguin evden çıktıktan sonra da kendi kulağını kesmesine kadar vardı. Kestiği kulağını da yakındaki bir çiftlikte yaşayan bir genç kıza göndermişti. Yakalanmış olduğu epilepsi hastalığı ve geçmişte özellikle kadınlarla yaşadığı olumsuz ilişkiler yüzünden de psikolojik dengesi zaten bozuk olan Van Gogh bu olaydan bir süre sonra hastaneye yattı. Geleceğe yönelik umutları da yavaş yavaş kayboldu. Ama resim yapmaya devam ediyordu. Ölüm yılı olan 1890 yılında bir gün, kardeşi Teo’dan gelen bir mektup onu oldukça sevindirdi. Teo’nun bir kendi adı olan Vincent ismini vermeyi düşündüğünü söylediği bir çocuğu oluyordu. Bir aile özlemi içinde olan biri olarak bu habere çok sevinen Van Gogh duygusal olarak kendini iyi hissetmeye başladı ve doğacak yeğeni için bir doğum günü hediyesi yapmaya karar verdi. Normalde günde iki üç resim yapacak kadar hızlı çalışan Van Gogh yeğenine vereceği resmi yapmak için hiç acele etmiyor o ana kadar yaptığı en güzel resmin bu olacağından söz ediyordu.

Her resminde farklı bir tema kullanan Van Gogh Badem Çiçeği ya da Çiçek Açan Badem Ağacı olarak bilinen tablosunda sanki bir hayatın başlangıcını resmediyordu. Zorlu dönemlerden sonra yeni bir başlangıç yapmak istercesine sarıldı tabloya. Resmi tamamladıktan sonra kendisi götürüp elden teslim etti. Ama içine düştüğü bunalımdan kurtulmasına yetmedi yeğeninin doğumu ve en iyi işim dediği mavi gökyüzüne karşı beyaz çiçek açmış badem dallarını çizdiği bu tablo. Çizim sürecindeki ruh halini ve dinginliğini tabloya yansıttığını söyler eleştirmenler. Aslında bu eserinin hikayesi iki yıl öncesine dayanmaktadır. Van Gogh, 1888 yılında Arles’te akıl hastanesinde kaldığı dönemde, bahçedeki badem ağaçlarını inceler ve kendi kendine terapi uygulardı. Özellikle baharın gelişiyle tomurcuklanan ağaç dallarına hayran kalmıştı. Tomurcuklanan çiçekleri farklı formlarda tuvale işlerdi. Van Gogh, 1888’in Mart ayında kardeşine yazdığı mektubunda, değişken havalardan ve her yerde çiçek açan badem ağaçlarından bahsediyor.

Ancak bir hayat başlarken, Van Gogh’un hayatı son bulmak üzereydi ve bu resmi tamamladıktan kısa bir süre sonra da intihar etti. İntiharının en büyük nedeninin ağabeyi Theo’nun ve ailesinin artık eskisi gibi onunla ilgilenmemesi olduğunu söylüyor eleştirmenler.  Bunun üzerine 1890 yılının 27 Temmuz’unda her zaman resim yapmak için gittiği, başak tarlasının ortasında, karnına bir kurşun sıkarak yaşamına son vermişti. O zamana kadarki tüm anlayışı ve kuramları yıkacak bir şey yapmaya başlamıştı. Ancak kimse onun bu dehasının farkına varamamış resimlerini anlayamamıştı. 

Maalesef o da yaptığı tabloda bademlerine çiçek açtırdıktan sonra Yunan mitolojisinde badem ağacına dönüşen Phyllis ve onu bırakıp giden sevgilisi Demophon’un akıbetini yaşamış ve don vuran badem çiçeklerinin meyveye dönüşemeden kuruması gibi maalesef yaşamını yitirmiştir. Ortalama bir insan kadar yaşama şansı olsaydı kim bilir daha nice harika tablolar bırakacaktı geride. Ama bizlere bıraktığı diğer eserleri gibi öyküsünü paylaştığımız bu tablosundaki badem çiçekleri de sonsuza dek yaşayacak.  

İsmail İğdeli

Arşivler

Kategoriler